"Bazı durumlar:"
Sabahın erken saatlerinden beri kafamda bu iki kelime kendini tekrar ediyor, sonunda da gerçekten iki nokta var. Son günlerde yaşadığım değişken duygudurumları ve aklımın bir köşesinden geçip duran fikirleri sıralamam isteniyor sanırım çünkü başka pek mantıklı bir açıklama bulamadım.
Bazı durumlar: Kendime acımaktan vazgeçmedim ve gelecek kaygısı tarafından ele geçirildim. Anksiyete yumağı olarak geziyorum ortalıkta son on gündür (belki de yedi). Öyle ki dün acile gidip EKG çektirmek zorunda kaldım ki bence bu bayağı komik. Şimdi bir an durup düşününce kalbim artık ağrımıyor gibi geldi, ama herhalde bir noktada yeniden başlar çünkü aksi iyi bir şey olurdu. Neden bu kadar gerginim, neden bu kadar mutsuz ve depresyondayım sorularının tek bir cevabı vardı ama düşündükçe dertler dertleri kovaladı ve artık canımın merkezde neye sıkkın olduğunu bile bilmiyorum. EKG'nin yanında beş (5) tüp kan verdim dün, çünkü kardiyak bir sorun yaşadığıma dair herhangi bir belirti yokmuş fakat belli ki bir sıkıntı var (bu benim yorumum). Doktor bir arkadaşım dedi ki, stresten limbik sistemim tetiklenip kalp ritmimi bozuyormuş. Ben doktor olsam ben de sürekli böyle kelimeler kullanırdım bu arada; ki en sevdiğim kelimelerden biri eksponansiyel (bu doğru mu emin değilim).
Apartmanın kottaki üç dairesini su basmış son yağmurlarda. Mesela, hayatta böyle ekstrem bir sorunla karşılaşıldığında ne yapılması gerektiğini ben bilmiyorum (muhtemelen kimse bilmiyordur). Hep birilerine ihtiyacım var gibi hissediyorum. En ufak bir sorunda, kimi zaman sorun bile olmayan mevzularda donup kalıyorum. Devamlı direktif ve onay bekliyorum, aksi halde harekete geçemiyorum. Büyürüm sandığım zamanlar çok geride kaldı, hayatımı bu şekilde geçireceğimi sanırım artık kabullendim.
Kalbimde herhangi bir sorun yokmuş bu arada, buna sevindim çünkü bir de böyle bir sorunla uğraşmayı hiç istemiyordum. Sağlığın ne kadar önemli olduğuna dair çok uzun vaazlar verebilirim ama bu konuda da public speaking yapmaktan pek hoşlanmıyorum ('vaaz' kelimesine çoğul eki getirince 'vaazler' olmalı bence ama blogger kelimenin altını çiziyor). Bu arada yalnızlık ve korku hissi yerini bir nevi boşvermişliğe bıraktı - ki bence biraz daha iyi. Olur da bir noktada evimi boşaltmam gerekirse diye gardrobumdan biraz kıyafet ayıkladım. Son günlerde beni iyi hissettiren en somut şeydi sanırım. Herkesin biraz eşya atmaya ihtiyacı var, bkz. kapitalizmin tüketim karşıtlığından bile kendine pay çıkarabilmesi.
Bir arkadaşım hayatta taze bir kana ihtiyacım olduğunu söyledi. Seramik kursuna filan mı yazılsam diye düşündüm ama onun yerine oturup yarım bölüm Poyraz Karayel izledim. Hafta başında mini bir tatile çıkacağım, normalde böyle değişiklikler insana kendini çok iyi hissettirir ama ben -şımarıklıktan herhalde- her olaydan bir olumsuzluk çıkarabilmeyi her seferinde başarıyorum. Yani gerçekten, kendimden çok sıkıldım ama bu başka bir yazının konusu.
Genel olarak düşünecek olursak, hayatımla ilgili en kötü ihtimal ne diye sorulduğunda aklıma şakasız onlarca felaket senaryosu geliyor. Hepsi birbirinden kötü, birkaç tanesi aynı anda gerçekleşse hayatıma son vermeyi bile düşünebilirim mesela ama birisi çıkıp da 'peki en iyi ihtimal ne' diye sorarsa verecek cevap bulamıyorum. Bunu az önce düşündüm. Acaba hayatımın zaten yeterince iyi olmasından mı (hayır), hayatta elle tutulur hiçbir amacım olmamasından mı (evet) ve aslında hepsinin ötesinde, bu ivmesizliği ve konfor alanındaki kronik mutsuzluğu son derece benimsemiş olmamdan mı (kesinlikle evet)?
Geçen gün annem bizim neslin daimi mutsuzluğu için "Mutsuz olacak ne var?" diye sordu, ben de şöyle sıraladım: "Türkiye, ekonomik kriz, kira zammı, tek başıma hayatta kalamıyor oluşum, ne olmak ve ne yapmak istediğimi 27 yaşında hâlâ bilmeyişim, aklımı devamlı kurcalayan bazı sağlık problemleri (bir arkadaşım aklındaki kötü bir düşünceyi yazıya geçirdikten hemen sonra İPTALİPTALİPTAL yazıyor ki evrene yanlış mesaj gitmesin, bu bende biraz alışkanlık yaptı), evimin neresi olduğuna dair kafa karışıklığım, göçebe hayat (bunu ben bile isteye yaratıyorum gibi), nereye ait olduğumu bilmemem yahut tek bir mekâna ait olmamam..." Böyle uzadı gitti. Başka şeyler de söylemişimdir eminim. Aslında o kadar da mutsuz değilim diye başladığım günler genellikle hiç de mutlu olmadığımın kabulüyle son buluyor. İnsanlardan çok etkileniyorum mesela, saçma. Her şey son derece yolunda görünürken bir mesaj, bir telefon konuşması, bazen bir tweet bütün hayatımı sorgulamama vesile oluyor. Sağlıklı değil, çünkü kendi düşüncelerimin ve hatta kendi hislerimin önüne bazı yargıların geçmesine izin veriyorum. Bilmiyorum, belki de doğrusu benim bütün hayatım boyunca hep korkup kaçtıklarımdır, insanın gerçekten her şeye rağmen bir B planı olmalıdır (benim A planım bile yok bu arada). Öyle ya da böyle, emlak krizine ve bitmek bilmeyen siyasi bunalımlara rağmen bir genç her zaman kendisi için doğru ve makbul olanı en azından aramayı deneyebilmelidir. Veya bunları yapmadığı (yapamadığı) için kendini suçlamaktan vazgeçip bu inançsızlığın köküne inmelidir. Yıllarca benden çok şey mi bekledi insanlar, ben de zamanla buna alet mi oldum bilmiyorum ama sıfır beklentiyle hayat yaşamak birçok şeyden daha kolay. Ben hayatımda ciddi devrimler yapmamaya 27 yılın sonunda hâlâ aktif olarak devam ediyorum ve bu kesinlikle bir tercih meselesi.
Son zamanlarda bazı arkadaş grupları içerisinde fazlaca zaman geçirdiğim için bir şeyi idrak etme şansına eriştim: birtakım yaşıtlarım gerçekten mutlu. Öyle ki mutsuzluğu bu kadar benimsediğimi, etrafımda hayattan çok keyif alan insanlar görünce fark ediyorum. Ben mutlu bir hayat ihtimali için çaba bile sarf etmiyormuşum aydınlanması yaşıyorum. Monoton ve bildik mutsuzluğumla günlerimi geçirmenin olağan olduğuna kendimi inandırmışım belki de. "Ya hani hepiniz mutsuzdunuz?" diye bağırmak istiyorum. Hepiniz beni kandırmışsınız. İnsanlar -öylesine- hayatta neler yaptığımı sorduğunda kendimi ezik ve sorumlu hissediyorum. Hâlâ (evet hâlâ) yurt dışına gitmeye çalışmadığım, yüksek lisans kovalamadığım, kendimi geliştirmediğim ve sürekli yerimde saydığım için kendimden utanıyorum. İnsanlara cevap verirken çok geriliyorum. Bu hissi yıllar önce atlatmış olmam lazımdı sanki.
Kuzenim geçen aylarda birkaç kez kütüphaneci yakıştırması yaptı bana, ki gerçekten çok doğru. Dünyanın en sıkıcı insanı olabilirim, eğlenen insanlara gözlerimi devirirken buluyorum bazen kendimi. Bugün bu konuyla ilgili bir caps gördüm, hem overthinker hem kütüphaneci olduğum için fazlasıyla kendimle özdeşleştirdim, konusu geçmişken burada da paylaşayım, çünkü zaten neyse ki yazdıklarımı kimse okumuyor.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder