1 Ağustos 2022 Pazartesi

i wanna do whatever common people do*

mental olarak 58 yaşında olduğum için birkaç haftalık yorucu seyahatlerin ardından -geçici süreliğine de olsa- yerleşik hayata döndüğüme memnunum. bunu yazmak için birkaç hafta daha beklemem gerekti çünkü tembellik öyle bir bela ki bir kez alışınca vazgeçemiyorsunuz. yani sahiden, çocukken 3 aylık yaz tatillerinin üzerine nasıl oluyordu da hava hâlâ 32 derece filanken tatil yapma fikrinden uzaklaşıp eylül ayında okula dönebiliyorduk anlayamıyorum. çocukluk insan hayatının görüp görebileceğiniz en totaliter evrelerinden biri ama bir şekilde o evreyi iyi anılarla atlatabiliyorsanız dünyanın en özgüvenli insanına dönüşebiliyorsunuz. ya da dönüşmüyorsunuz. ama bir şekilde hayata ve gelecek günlere dair umudunuz olduğunu fark ediyorsunuz. hayatın en anlamsız ve çıkmazda görünen anlarında dahi -ki bence burası biraz problemli.

ülke gündemi ve her şeyden haberdar olma ve hatta her şey hakkında somut bir fikre sahip olma zorunluluğu beni gün geçtikçe daha çok boğduğu için twitter'ımı kapattım. keyfim azıcık daha yerinde olabilir ama bu sefer de mutsuzluk paylaşabilecek bir alanım kalmadığı için kendimi bloga yazı yazarken buldum. yıllar önce boğaziçi'nde çok vakit geçirmekten, boğaziçililer dışında doğru düzgün bir çevreyle iletişim kuramamaktan ve akademik özgürlük savaşı veren yüzlerce insanın arasında var olmaya çalışmaktan ÇOK bunaldığım dönemlerde 'okulu mu bıraksam' gibi yarı şaka yarı gerçek fikirler arasında savrulup dururken okulu bırakmanın geçici de olsa bir çözüm olabileceğini zannediyordum. yıllar sonra, türkiye gündemiyle tıpkı boğaziçi'nde olduğum zamanlardaki gibi boğuştuğumu fark ettiğimde ve aslında bunu değiştirebilmenin de bir yolu olmadığını anladığımda (çünkü once a political animal, always a political animal) savaşmaktan vazgeçip kendi fikirlerimin arkasında durmamın daha sağlıklı olduğuna karar verdim. tabii bu da sürdürülebilir olmadı çünkü türkiye'de herhangi bir koşulda sağlıklı kalabilmenin yolu yokmuş. twitter'ınızı kapatsanız, gündemden kaçsanız, hatta literal olarak kimseyle görüşmeseniz dahi kendinizi yok edemiyormuşsunuz. zaten her konuda somut bir fikre sahip olma ideası da pek gerçekçi değilmiş ve hatta psikologunuz sizi derin bir netleşme kaygınız olduğu konusunda birkaç kez ikaz etmiş. ya da öyle bir şey.

bu yaz ciddi ölçüde düğün yaptığı için uzun zamandır görmediğim arkadaşlarımı görmek, bazılarının yüzlerine yansıyan yaşama sevinçlerine hayret etmek, yurt dışına gitmeyen beş (5) arkadaşımın da her an yurt dışına yerleşebileceğini fark etmek gibi aktiviteler içine girme fırsatı yakaladım. bence çok da mutsuz değilim ama hiç mutlu da değilim. günü atlatmak ve keyifli vakit geçirmek amaçlarıyla başladığım her sabah beklediğimden daha iyi son buluyor; ama mesele üç gün sonrasını planlamaya ya da gayri ihtiyari yakın saydığım biriyle kendimi kıyaslamaya giderse işler biraz farklı seyrediyor. sanırım öğrendiğim pek çok şeyi unutuyorum, duruma göre biraz daha hisli ve/veya biraz daha umursamaz birine dönüşüyorum, kendimi tanıyamadığım anlar oluyor ya da insanları olur olmadık durumlarda eleştirmeye başlıyorum. bence çok zor biriyim ama insanlar iyi niyetli olduğumu söylüyor. arkadaşlarım evlenenler, yurt dışına yerleşenler ve evlenip yurt dışına yerleşenler olarak üçe ayrılıyor. bir de ben ve benim gibiler var. benim gibilerin sayısı gün geçtikçe azalıyor.

aynı düşünceler etrafında dönüp dolaşmaktan sıkıldığımda aynı düşünceler etrafında dönüp dolaşan dizi karakterlerine sarıyorum. çünkü kendinden bir şeyler bulabildiğin karakterler genellikle hayatın içinden değil kurgu dünyalardan çıkıyor. ya da benim çevrem yeterince geniş değil (bunu zaten biliyoruz). dün toy story izledim, disney plus'tan alınabilecek en yüksek verimi alıyorum. filmdeki herhangi bir karaktere relate etmiyorum gerçi ama toy story'yi ilk kez izleyen nazlı'ya inanılmaz relate ediyorum. muhtemelen aradan geçen yirmi yıla rağmen hâlâ aynı kişiyim. değişmek ve bilmediğin birine dönüşmek o kadar korkutucu ki sürekli 7 yaşında kalmayı yeğliyorum. maalesef aradaki iki on yılda kafamda yer etmiş ve unutmakta güçlük çektiğim binlerce yeni bilgiyi o kadar da kolay silemiyorum. ama mesela integrali unuttuğuma yemin edebilirim. ama bisiklet sürmeyi unutmuyorum.

yedi yıl önce yazı yazarken çok 've' kullandığımı, bunu yapmayı bırakmanın benim için daha iyi olacağını söylemişti birisi. sonsuza kadar 've' yazmak istiyorum. sanırım şu sıralar daha çok 'ama' kullanıyorum. bağlaçlar güzel şeyler, her cümleyi bir diğerine bu şekilde bağlayabilirim. belki başka bir zaman neyi nasıl yazdığıma daha çok dikkat ederim ama şimdi bunun sırası değil.

hava ÇOK sıcak olduğundan (ağustos ayında adana'dayım) zekam normaldeki seviyesinin biraz altında (oldukça düşük) ve fakat bu durum günlük işlerimi yapmamı engellemiyor. resmen çalışmak ve para kazanmak için o kadar da akıllı olmama gerek yokmuş. bunu şu an bunları yazarken düşündüm ve gerçekten moralim bozuldu. keşke başka biri mi olsaydım acaba?

neyse. hayat o kadar kötü değil. mutsuz olmak için pek nedenim de yok çünkü hatırlıyorum, bundan yaklaşık on yıl önce, yine bu blogun bir köşesinde 'mutsuz olmayı hak edebilecek kadar mutsuz olmak' temalı bir şeylerden bahsetmiştim. öyle iki canınız sıkıldı diye kendinizi mutsuz addedemezsiniz diye büyüklenmiştim ve evet biraz ergen bilmişliği ama çok da haksız değilmişim. aşılmaz görünen her olayı NEYSE CANIM SAĞLIK OLSUN diyerek aşmayı aile büyüklerimden öğrendim ama bazen türkiye gerçekleri fena çarpıyor. bence yine de birçok şeyi halledebilirim. çünkü geçmişte çok güzel günler vardı ve onlara biraz yakın birkaç gün daha yaşayabilmek ihtimali beni genellikle hayata bağlar.

let's live and see.

sevgiler,

nazlı.

*common people - pulp'ın 1995 yılında çıkan şarkısı. toy story'nin ilk filmi de 1995 yılında çıkmış. ben de 1995 doğumluyum. gereksiz bilgiler dizisi.

çok konuştun, bari şarkıyı dinleyelim diyenler için: TIK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder