2 Temmuz 2021 Cuma

something borrowed, something blue

herkes pandeminin büyük bölümünü daha önceden izlediği şeyleri tekrar tekrar izleyerek mi geçirdi or is that just me?

temmuz geldiği ve hava bir anda 38 derece filan olmaya karar verdiği için six feet under izlemeye devam edemiyorum çünkü 1) ölüm, cenaze, sonsuz daddy issues, olabildiğince dark karakterler, nihayete ermeyen hayat sorgulama seansları ve benzeri durumlar gökyüzü güneşliyken çekilmiyor (suicidal diziler yalnızca suicidal hava durumlarında izlenmeli), 2) öngörülemeyen dizi hikâyeleri anksiyetemi artırıyor.

netflix'e ayda bir kez film izlemek dışında girmediğimi fark ettiğimden beri keyfimi yerine getirirken netflix kullanımımı da artıracak ne izlesem diye bakınıyordum ve sonunda how i met your mother izlemeye karar verdim. birinci sezonu ilk kez izlememin üzerinden 11 (on bir) yıl geçmiş. aynı şehirde, aynı evde, aynı odada, aynı çalışma masasında. aynı bilgisayar ve aynı sandalyede değil. nostalji ve anlamsız anılar seven bir tip olduğum için bu durum beni çok heyecanlandırıyor zira her bölümü ezbere bilsem bile (ki aslında o kadar da bilmiyormuşum) çocukluğuma dair ufak ayrıntılarla karşılaşmak hoşuma gidiyor. arada o kadar büyümüşüm ki ted 28. yaşını kutlarken ulan 28'ime ne kaldı ki şunun şurasında diyebiliyorum, üzücü.

genç ve sansasyonel bir lise öğrencisiyken nothing good happens after 2 am'i (1x18) izlediğimde robin'in evde giydiği açık mavi atleti o kadar beğenmiştim ki aynı hafta optimum'da bir mağazadan benzerini bulup almıştım. evet hâlâ duruyor ve hâlâ çok seviyorum. öyle ki istanbul'dan gelirken yanımda getirmişim ve bölümü geçenlerde tekrar izlediğim gecenin ertesi günü o atleti giydim (atlet de değil, askılı body mi diyoruz buna, ne diyoruz?).

whatever. yazının bir ana fikri yok. ted'in ilk sezondaki yaşına yaklaşmışım, 2005'teki robin'den bir yaş büyüğüm, hayatım baya acınası ama himym izlemekten zevk almayı unutmamışım. 2011'de aşağı yukarı böyle blog yazıları yazıyordum, bomboş ve fikirsiz ama seneler sonra okuyunca bir hissi uyandırıyor. belki böyle daha iyidir zira şu sıralar pek günlük tutmuyorum. burayı da pek kimse okumuyor - neyse ki.

saat 00.52, balkonumdan yarasa sesleri geliyor. yarasa artık sadece corona'yı çağrıştırıyor. ikinci dozumu ağustos'un 6'sında oluyorum ve bir bakıyoruz hayatım düzene giriyor. sanmıyorum ama düşüncesi güzel.

how i met your mother izlemediğim zamanlarda etgar keret okuyorum, biraz mubi'ye sardım, yakın çevremle sosyalleşmeye başladım. grey's anatomy izlemeye ise bir süreliğine ara verdim (too much medical drama makes the girl anxious) ama yine bomboş bir insan olduğum için artık aileden biri haline gelen fakat uzun süredir görmediğim dizi karakterlerini özlüyorum. o yüzden aynı dizileri yeniden ve yeniden izliyorum.

bunları genç ve sansasyonel bir lise öğrencisiyken yazsaydım (ki iddaa yazdığıma 1.05 veriyor) bu kadar kulak tırmalamazdı belki ve bu kadar patetik olmazdı ama 2021 yılında hayatta kalma yöntemlerimle ilgili rol yapmaktan yoruldum. hepimizin guilty pleasure'ları var ve ben benimkileri seviyorum.

yarın sabah yetişkin işleriyle ilgilenmem gerektiğinden 15 yaşındaki nazlı'ya o zamanlar söylediği pek çok şey konusunda haklı olduğunu hatırlatıp uyumaya gidiyorum. 26 yaşını geride bıraktığında da gece 2'den sonra güzel hiçbir şey olmuyor.

i don't want to have kids in argentina, either.

maalesef biraz ted'im ama halledicez.

iyi geceler,

nazlı.

ps: bahsi geçen mavi atlet/askılı body -ya da artık her ne diyorsak- onun için, bkz.

"have you ever had one of those days when nothing at all that monumental happens but by the end of it you have no idea who you are anymore or what the hell you're doing with your life?"

2011, girne
(bellapais'e balabais diyip gülüyor ve seray'la poz veriyoruz)

2015, madrid
(babam ve ben, otelin lobisinde hotmail.es hesabı almaya çalıştıktan on iki saniye sonra)

2016, roma
(bunun pek hikâyesi yok ama euro 3,33 civarı ve görünen o ki mutluyum)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder