18 Temmuz 2021 Pazar

talkin' bout a revolution, oh no

"çok kalitesiz bir hayatı çok pahalı yaşıyoruz, neden?"

twitter'da bir doktor yazmış bu sekiz kelimeyi. hayat kaygısından gündelik hiçbir şeye birkaç dakikadan fazla odaklanamadığımı fark edip mutsuzluğumu katlıyorum. hava o kadar sıcak ve ben o kadar mutsuzum ki bari birinden biri olmasaydı diyorum. sadece sıcak olduğu zamanlar nemden uyuyamadığımda sabahın 5.30'unda balkona çıkıp yaşar kemal filan okuyup sarı sıcak temalı instagram story'leri atabiliyorum. ama mutsuzken, hava da sıcaksa, en yakın sahil de 40 kilometre filan uzaktaysa hayata nasıl tutunabileceğimi asla bulamıyorum.

yine muazzam kayboldum, pek çok şey ters gitmeye devam ediyor, bazı konularda elimden hiçbir şey gelmiyor ve iki yılı aşkın süredir mutsuzluğumun kökenine inip birtakım radikal kararlar almak yerine uzun yürüyüşler yapıp dizi izliyorum. kısa süreli mutluluk kaynağı bu gibi eylemler uzun vadede bana herhangi yapıcı bir çözüm vaat etmediği için zaman kaybından başka bir şey haline gelemiyor. hava çok sıcak, bomboş hangover bir gün geçirdim, üstüne regl oldum, 16 yaşında olsam üstesinden gelebileceğim pek çok sorun 30'uma çok az bir zaman kaldığı için gerçek ve ötelenemez sorunlara evrildi. ne yapacağımı hiç bilmiyorum.

kuvvetle muhtemel olarak terapi zamanım geldi ama comfort zone'dan çıkıp terapiye gitmek canım kendimin kısa vadeli plan ve programında şu an için mevcut değil. onun yerine kuzenlerimle canlı müziğe gidip sarhoş olup ciddi dertlerimle ilgili ofansif şakalar yapıyor ve bağırarak şarkı söylüyorum. bir gün bir mekan tuvaletinde hıçkırarak ağlamaya başlayacağım güne kadar bazı meseleleri yok saymaya devam edeceğim çünkü aksi büyük bir devrim olurdu ve bu topraklarda birkaç on yıldır devrim yapılmıyor.

bir küçük tavsiye: kaliteli romantik komediler depresyona iyi geliyor.

halledemiyorum gibi ama nedendir bilinmez sürekli bir şeylerin düzeleceği ya da iyiye gideceği konusunda anlamsız bir umut besliyorum içimde. meredith grey bir bölümde şunları söylemişti: "I mean, maybe this is what grief looks like when you've lived a whole, healthy life. you know, before anything terrible happens."

belki mutlu bir çocukluk geçirebilmiş olmanın bazı getirileri vardır ve belki dönem dönem anlamsız şekilde umutlu olabilmek de bunlardan biridir. hayatım asla düzelmiyor çünkü asla üzerine yeterince kafa yorup gerekli riskleri almıyorum ama hep mucizevi bir şekilde şeylerin iyiye gideceğini düşünüyorum. gitmiyor. ama olsun.

yeniden görüşeceğiz, sevgiler,

nazlı.

2 Temmuz 2021 Cuma

something borrowed, something blue

herkes pandeminin büyük bölümünü daha önceden izlediği şeyleri tekrar tekrar izleyerek mi geçirdi or is that just me?

temmuz geldiği ve hava bir anda 38 derece filan olmaya karar verdiği için six feet under izlemeye devam edemiyorum çünkü 1) ölüm, cenaze, sonsuz daddy issues, olabildiğince dark karakterler, nihayete ermeyen hayat sorgulama seansları ve benzeri durumlar gökyüzü güneşliyken çekilmiyor (suicidal diziler yalnızca suicidal hava durumlarında izlenmeli), 2) öngörülemeyen dizi hikâyeleri anksiyetemi artırıyor.

netflix'e ayda bir kez film izlemek dışında girmediğimi fark ettiğimden beri keyfimi yerine getirirken netflix kullanımımı da artıracak ne izlesem diye bakınıyordum ve sonunda how i met your mother izlemeye karar verdim. birinci sezonu ilk kez izlememin üzerinden 11 (on bir) yıl geçmiş. aynı şehirde, aynı evde, aynı odada, aynı çalışma masasında. aynı bilgisayar ve aynı sandalyede değil. nostalji ve anlamsız anılar seven bir tip olduğum için bu durum beni çok heyecanlandırıyor zira her bölümü ezbere bilsem bile (ki aslında o kadar da bilmiyormuşum) çocukluğuma dair ufak ayrıntılarla karşılaşmak hoşuma gidiyor. arada o kadar büyümüşüm ki ted 28. yaşını kutlarken ulan 28'ime ne kaldı ki şunun şurasında diyebiliyorum, üzücü.

genç ve sansasyonel bir lise öğrencisiyken nothing good happens after 2 am'i (1x18) izlediğimde robin'in evde giydiği açık mavi atleti o kadar beğenmiştim ki aynı hafta optimum'da bir mağazadan benzerini bulup almıştım. evet hâlâ duruyor ve hâlâ çok seviyorum. öyle ki istanbul'dan gelirken yanımda getirmişim ve bölümü geçenlerde tekrar izlediğim gecenin ertesi günü o atleti giydim (atlet de değil, askılı body mi diyoruz buna, ne diyoruz?).

whatever. yazının bir ana fikri yok. ted'in ilk sezondaki yaşına yaklaşmışım, 2005'teki robin'den bir yaş büyüğüm, hayatım baya acınası ama himym izlemekten zevk almayı unutmamışım. 2011'de aşağı yukarı böyle blog yazıları yazıyordum, bomboş ve fikirsiz ama seneler sonra okuyunca bir hissi uyandırıyor. belki böyle daha iyidir zira şu sıralar pek günlük tutmuyorum. burayı da pek kimse okumuyor - neyse ki.

saat 00.52, balkonumdan yarasa sesleri geliyor. yarasa artık sadece corona'yı çağrıştırıyor. ikinci dozumu ağustos'un 6'sında oluyorum ve bir bakıyoruz hayatım düzene giriyor. sanmıyorum ama düşüncesi güzel.

how i met your mother izlemediğim zamanlarda etgar keret okuyorum, biraz mubi'ye sardım, yakın çevremle sosyalleşmeye başladım. grey's anatomy izlemeye ise bir süreliğine ara verdim (too much medical drama makes the girl anxious) ama yine bomboş bir insan olduğum için artık aileden biri haline gelen fakat uzun süredir görmediğim dizi karakterlerini özlüyorum. o yüzden aynı dizileri yeniden ve yeniden izliyorum.

bunları genç ve sansasyonel bir lise öğrencisiyken yazsaydım (ki iddaa yazdığıma 1.05 veriyor) bu kadar kulak tırmalamazdı belki ve bu kadar patetik olmazdı ama 2021 yılında hayatta kalma yöntemlerimle ilgili rol yapmaktan yoruldum. hepimizin guilty pleasure'ları var ve ben benimkileri seviyorum.

yarın sabah yetişkin işleriyle ilgilenmem gerektiğinden 15 yaşındaki nazlı'ya o zamanlar söylediği pek çok şey konusunda haklı olduğunu hatırlatıp uyumaya gidiyorum. 26 yaşını geride bıraktığında da gece 2'den sonra güzel hiçbir şey olmuyor.

i don't want to have kids in argentina, either.

maalesef biraz ted'im ama halledicez.

iyi geceler,

nazlı.

ps: bahsi geçen mavi atlet/askılı body -ya da artık her ne diyorsak- onun için, bkz.

"have you ever had one of those days when nothing at all that monumental happens but by the end of it you have no idea who you are anymore or what the hell you're doing with your life?"

2011, girne
(bellapais'e balabais diyip gülüyor ve seray'la poz veriyoruz)

2015, madrid
(babam ve ben, otelin lobisinde hotmail.es hesabı almaya çalıştıktan on iki saniye sonra)

2016, roma
(bunun pek hikâyesi yok ama euro 3,33 civarı ve görünen o ki mutluyum)