Selam!
Hayatımda hiç yaşamadığım yoğunluktaki birkaç haftanın sonunda azıcık da olsa kendime vakit ayırabildiğim zamanlara ulaştım. Dört hafta filan oldu sanırım, arka arkaya 5-6 paper, 4 discussion question, birkaç midterm, birkaç quiz, iki de ofis raporu atlattım. Bunun dışında her hafta yetiştirmem gereken senaryo ödevlerim, izlemem gereken filmler oluyordu. Tüm bu süreç ne zaman başladı, ne zaman hafifledi de ben akşam 5'te evde olabilecek vakti buldum, üstüne bir de açıp bloga karalıyorum, gerçekten hatırlamıyorum. Sanki dört haftadır her günüm birkaç gün ağırlığında geçiyor. Bunun bir nedeni çok az uyuyor olmam, bir diğer nedeni de gün içinde ofis-okul-dersçalışacakherhangibiryer-ev mekanları arasındaki değişimi çok hızlı ve bilinçsiz şekilde gerçekleştirmemdi. Şimdi düşününce bugün sabah ofiste olan bir olayı da dünmüş gibi hatırladım; ama birkaç gündür daha az çalışıyor, okuldan eve yürüyebiliyor, hatta arkadaşlarımla ders çıkışında kahve içip sohbet edecek vakti bile bulabiliyorum.
Perşembe günlerini normalde 9-5 ofiste geçiriyorum. Fakat bugün aylardır görüşmediğim bir hocamla öğle arasında kahve içmek için sözleştik, dolayısıyla işi boşverip öğleden sonra okula koştum. Sonrasında ders çalışmayı planlıyordum ama kendisinin -dönemin son dersi olan- dersinde Nazım anlatacağını öğrenince 98 (doksan sekiz) doğumlu öğrencileriyle derse girmeyi tercih ettim. Bomboş bir insan olmasaydım bu yazıya İkinci Dünya Savaşı ve ardından gelen komünist ütopyanın çöküşünden, ayrıca Nazım'ın şiirlerindeki beklentiselliğin dönemsel ve kronolojik düşüşünden bahederek devam ederdim ama hem bomboş bir insanım, hem de izlemem gereken iki film + bu gece bitirmem gereken iki senaryo ödevim var, dolayısıyla böyle entelektüel sohbetler için vaktim yok. (Bu yazının entelektüel olarak nitelendirilebilecek tek noktası başlığı olacak, sanki dört yıl geçmiş dört hafta öncenin üzerinden, öyle yorulmuş, öyle yaşlanmış, öyle çökmüş hissediyorum.)
Bu saçma yazıyı da daha fazla sürdürmeyeceğimi sanıyorum. Yalnızca pazartesi gününü atlatayım, sonra rahat rahat ders çalışabileyim istiyorum zira akademik hayatımın en büyük çelişkilerinden biri final dönemlerimin dönem içindekine kıyasla çok daha rahat ve mutlu geçtiği gerçeği. Yıllardır böyle. Sonra belki uzun dönemli bir yeni yıl planı yaparım çünkü planlara öyle çok bağlanıyorum ki hayatımda bağlanacak şeylerin eksiğini böylece unutabiliyorum. Senaryo atölyem bu cumartesi bitiyor, bu da hayatımdaki sayılı mutluluklardan birinin yok olması, benimse yine varoluş bunalımlarına girmem demek. Okul olmasa, aldığım çok güzel dersler olmasa büyük boşluğa düşerim, sevmediğim derslerle dolu dönemlerde hep böyle oluyor. Hazirandan sonra okul tamamen bitince bakıp göreceğiz, ne derece hayatta kalabiliyorum diye.
Portakallı beyaz çay içip film izleyeceğim.
*Bir Nazım şiiri, Ben İçeri Düştüğümden Beri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder