9 Eylül 2021 Perşembe

inefficiency in almost everything

günde ortalama 4 saat uyuyup haftanın her günü başka işlere koşturduğum bir dönemi vardı hayatımın. çok sürekli hale gelmese de dönem dönem kendini tekrarladı. okul, part-time ofis, hafta sonu kursları, bitmek bilmeyen event'ler, arkadaş buluşmaları, o zamanlar sık görüştüğüm sosyal çevremin beyoğlu'nda gecenin bir yarısı başlayıp güneş doğmadan hemen önce sona eren doğum günü partileri... hiçbirini de kaçırmazdım, neredeyse hiçbir şeyi eksik yapmazdım. ofise geç bile kalmazdım, paper'larımın due date'lerini geçirmezdim, ödevlerim yarım kalmazdı, ara sıra 9 derslerini ortasından yakalardım ama hangimiz güney yokuşu zamanında inebiliyorduk ki zaten. sabaha karşı sona eren gecelerin sabahlarında 8'de uyanıp sahile koşmaya ya da kadıköy'e ders çalışmaya giderdim... gençlik derseniz evet ama aynı zamanda hayatı sevmek gibi geliyor bana.

dün gece 8 saat uyudum. 8 saat uyumak sorun değil elbette ama pandeminin ilk zamanları ortalama 9-10 saat uyuyordum. çünkü yapacak bir şey yoktu. galiba hâlâ yapacak bir şey yok. sürekli aynı şeylerden yakınıp kendimi tekrarlıyorum ama hayatıma yabancılaşıp durmak ve bunun sonu gelmez bir sürece evrilmesi artık gerçekten dayanılmaz bir noktaya ulaştı. yarın sabah tüm bu dertlerimden kurtulmak için herhangi bir adım atacak mıyım? hayır. bütün gün tweet okuyup arada mail'lerime bakacak mıyım? evet. bazen aklıma böyle düşünceler üşüşünce bir word dosyası açıp tanıdık hislerle dolu bir öyküye başlamak istiyorum ama onun yerine bambaşka sekmelerde dolaşıyorum. eskiden insanları çok yargılardım, gün ışığına çıkmadıkları, kalın perdelerin arkasında yaşadıkları, bütün gün aynı koltukta oturup bir şeyler okudukları için. hayat aktif olmamızı gerektiren bir olguydu bence, oturduğumuz yerden yaşamamamız gerekiyordu günleri. ama şahsen artık yaşayabiliyorum ben, biraz alışmak gerekiyormuş. insanları hâlâ pek çok konuda fütursuzca yargılıyorum ama evde oturmak bunlardan biri değil. ya da belki istanbul'da küçücük evlerde aynı odada yaşayıp durmak sorundu ama adana'da bir hafta evden çıkmadığımda o kadar da üzülmüyorum.

bu yazının da herhangi bir amacı yok ve sadece uykum gelsin diye bekliyorum. chungking express izleyip biraz rakı içtim. gündüz saçlarımı kestirdim. geriye terziye gitmek, kapanan kulağımı yeniden deldirmek ve saygınlık kaldı. saygınlık ufukta görünmüyor. terziyi ve kulak işini şu sıralar hallederim gibi.

tatilden döneli iki hafta oldu. toplamda üç kez dışarı çıkmışım, bazıları mecburiyetten. yani keyfim çok yerinde sanki ama aynı zamanda da ziyadesiyle mutsuzum. tüm bunlar nasıl oluyor hiç bilmiyorum ve çok da düşünmemek için dizi filan izliyorum işte. tatillerden dönüşlerin ise mükemmel bir hype'ı var, her şeyi başarabilirmişim gibi geliyor böyle zamanlarda. her şeyi oldurabilirmişim gibi geliyor. çocukken de aynen böyle olurdu. uzun bir otobüs yolculuğundan sonra sabahın ilk ışıklarıyla adana'ya varırdık, hava o saatte bile korkunç sıcak olurdu. otogardan eve geçerdik. haftalarca içeri adım atılmamış adana evlerinin rutubeti andıran bir kokusu olurdu, hâlâ böyle mi bilmiyorum. ben adana'ya geldiğimde evde mutlaka birileri oluyor artık. bütün gecenin yorgunluğunu atmak için uyumak gerekirdi ama annemler yatmaya gittiklerinde ben salonda televizyonu açar, sabah erkenden gösterilen programları izlerdim. bazen koltukta uyuyakalırdım, hava çok sıcak ama her şeyi oldurabilirim. tatilden yeni dönmüşüm neticede. şimdi birkaç gün içerisinde hızla geçiyor bu his. o zamanlar da bu kadar keskin miydi hatırlamıyorum. ama okul filan açılıyordu, ben yine bir şekilde keyifli olmanın yolunu buluyordum sanırım. evet, okul seviyorum. keşke yine okulum açılsa. çünkü ofisler açılırsa pek sevinmeyeceğim ama yeniden ilkokula başlasam kesin sevinirim.

ilkokula başladığım gün 11 eylül saldırıları olmuştu, ben çok net hatırlamıyorum ama şimdi düşününce dünya tarihine saçma sapan yerlerinden tanıklık etmişim diyorum. yazının buradan sonrasında bush yönetimi ve afganistan savaşı tartışmam son derece yersiz olacağından bu kısmı es geçiyorum. ama bence fena fikir değildi. tezer özlü de romanlarını yemin ederim ki böyle yazıyor ve bence benim ayaklarımı uzatarak karaladığım ve tekrar okumaya tenezzül dahi etmediğim blog yazılarım onun romanlarından daha eğlenceli. bunu sonra konuşuruz.

pazar günü evdeki kitaplıkları düzenledim. bu tür aktivitelerin insanın mental sağlığıyla doğrudan alakalı olduğuna yemin edebilirim. en az 3-4 günlük bir mutluluğu var ve basit dertlerinizin önemli kısmını unutturabiliyor. yapacak daha fazla boş muhabbetim kalmadı. istanbul'a dönersem çamaşırlar için kurutma makinesi almam gerekiyor. dün sabah uyanıp bir anda istanbul'a gidersem yorganımı nasıl yıkatacağım diye düşünmeye başladım ve tam bir çözüm bulamadım. o andan beri çeşitli anksiyeteler içindeyim. ben olmak çok zor. normalde yorganımı kuru temizlemeye veriyorum ama gittiğimde bunun için çok geç olacak ve akşamına yetişmeyecek mesela. acaba yurttayken ne yapıyordum, hatırlayamadım. bence kesinlikle birtakım problemlerim var ama çoğunlukla uyuyunca ve/veya sarhoş olunca geçiyorlar. sarhoş olunca geçen problem problem değildir diye düşünüyorum.

devam etmeyeceğim.

sevgiler,
nazlı.