15 Şubat 2019 Cuma

zamanın içinde süzülmek ve silinemeyen duygular

Lise dönemimden beri yapmadığım bir şey yapıp blog'da günlük alıntılayacağım, çünkü bazen paylaşılabilir statüdeki yazıları internet mecrasında klavyeyle değil de yatağıma uzanıp el yazısıyla yazmak daha cazip geliyor. Sonra bir akşam (hayır gecenin körü, saat 01.09 ve sabah iş var) günlüğümü karıştırırken 'bunu neden düzenleyip paylaşmayayım ki?' diye kendime soruyor ve salondaki bilgisayarı kapıp yeniden yatağıma dönüyorum. Bu da on beş gün önce yazılmış günlüğümün böyle bir süreçte sanal ortama geçirilmiş hali. Başlıyorum.

"30 Ocak 2019, Çarşamba

Bu biraz uzun bir yazı olsun istiyorum. Saat 23.05, yapacak önemli bir işim yok, ders çalışmam ya da birtakım yoğunluklardan dolayı delirmem gerekmiyor. Üstelik 5-6 gündür de hep yazmak isteyip vakit yaratamıyorum, oturmuşken kalkmayayım (aslında yüz üstü uzanıyorum).

Sevgili günlük, farkında mısın bilmiyorum ama biz birlikte büyüdük. Neredeyse 15 yıldır heyecanlarıma, korkularıma, mutluluklarıma, sabırsızlanmalarıma, hayal kırıklıklarıma, hem başarılarıma hem inançsızlıklarıma, huzursuzluklarıma, yani şu yaşıma kadar hangi duyguları tattıysam hepsine şahit oldun. Çocukluk geldi geçti, upuzun bir ergenlik, sonra büyüme sancıları, bunlar bitti kim olacağım dertleri, hayatla tek başıma nasıl mücadele edeceğimler... Böyle böyle beni aldın 9 yaşından 24'e getirdin. İnanılmaz bir süreç bu, bütün hayatım böyle sayfaların içinde bir yerlerde. Büyüdükçe zaman kesinlikle daha hızlı geçiyor, bunu hep biliyordum ve ne zaman daha da hızlanacak diye merak ediyordum. İçten içe de inanıyordum ki benim hayatım o kadar da hızlanmaz. Şeyim çünkü ben, anlara fazlasıyla odaklanan, böylece kimi zaman zamanı durduran, o anların içine girip her şeyi yavaşlatan bir karakter. 

Orhan Pamuk'un Sessiz Ev'inde vardı hani, Fatma babaanne yavaş hareketleriyle zamanı öylesine uzatıyordu ki, hareketsizliği, sessizliği, donmuş mekana olan özlemi ve ona dair bitmez tükenmez arzusu onu yaşlı ve zamanın içinde süzülen bir insan yapıyordu. Ben zamanın içinde süzülebiliyordum, yani gerçekten, pekala inanarak ve hatırlayarak söylüyorum bunu. Kendi yaşamıma öylesine hakimdim ki zamanı elimde oyuncak olarak kullanabiliyordum. Üç sene öncesine gidebiliyordum, yirmi gün önce ne yaptığımı biliyordum, önceki yılın 21 Haziran'ında nerede olduğumu, ne hissettiğimi, hatta ne giydiğimi bile hatırlıyordum. Çok uzun yıllar geçmişime ve anılarıma büyük değerler vererek yaşadım, tam olarak böyle söylediğimi de biliyorum mesela. Ne kadar saçmalamış olursam olayım, yaptığım her hareketi de yazdığım her cümleyi de zihnimde ya da daha somut yerlerde saklamayı tercih ettim. Bu yüzden de bir sürü defter, koca bir blog, binlerce belki on binlerce forum mesajı, not kağıtları, word dosyaları eskittim. Bir kısmına ulaşabiliyorum, bir kısmı zamanla yok olup gitti.

Bugün bunları neden anlatıyorum? Aslında birkaç gün önce yazsam bahsedeceklerim asla bunlar değildi; arada birtakım farklı hisler tarafından ele geçirildim. Haftasonu vakit yaratıp yazsaydım diyecektim ki, cuma akşamı şarabımı alıp M abinin yanına gittim. Kafam fevkalade karışık ama o kadar güzel sohbet ettik ve geyik yaptık ki senaristliğin zor koşullarını aklıma getirip üzülmek yerine bu tatlı anı kaldı akşamında aklımda. 

Diyecektim ki, artık bir şeylere geç kalmış gibi hissetmediğimi fark ettiğimi söyledim o akşam. Yani ömür hem çok kısa, hem de çok uzun. Çalışmak ve başarmak için her zaman fırsatın ve yaratılacak vaktin var ama hazır değilsen yahut o sırada harekete geçecek motivasyonun ya da şevkin yoksa, kendini zorlamak seni üzmekten başka işe yaramaz. Yazamazken yazmaya çalışmak, ortaya kötü şeyler çıkmasına neden olarak canımı sıkıyor, beni mutsuz ediyor örneğin. Yani su akıp yolunu bulmuyor, mücadele etmek gerekiyor diyorum ama o mücadele etmek zorunda kalma durumunun da bir vakti var. Onun vakti geliyor, sen de akan suya göre yol almak, onu takip etmek zorunda kalıyorsun. Yeni felsefem -böyle bir şey varsa eğer- bir şeylerin demek ki daha zamanı gelmemiş diyerek kendimi zorlamaktan vazgeçmek, serbest bırakmak ve olması gerektiği zaman zaten bunu hissedeceğim demek. Biraz da böyle denemeye çalışalım. 

Neyse, ne diyordum? Haftasonu yazsaydım aşağı yukarı bunları anlatacaktım. M abiyle güzel vakit geçirdik, zorluklardan konuştuk ama dedikodu da yaptık, ben kendimi sadece kendim olarak da yeterli hissetmeyi başarabiliyorum galiba, diyecektim. Sonra birkaç gün geçti, bir şeyler oldu, ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Bu noktada biraz, büyüdükçe hayatıma hakim olabilme yetimin kaybolduğundan ve zamanın çok hızlı geçmesine gerçekten de mani olamadığımdan bahsedeceğim. Konu dağılıyor ama toparlayacağım.

Arkamda çok uzun yıllar birikti. Yani tamam, 80 yaşında değilim ve daha hiçbir şey yaşamadım elbette; ama 13-14 yaşlarıma hakim olmak, şimdikinden çok daha kolaydı. 1) Arkamda daha az yaşanmışlık, daha az tanıdık duygu, daha az insan ve daha az gün vardı. 2) Boş vaktim çok daha fazlaydı. Yemek ve temizlik yapmıyor, bu kadar çok ders çalışmıyor, kendime vakit ayırabiliyordum. 3) Hayatımı ve kendimi çok daha özel görüyor, çocuk aklımla hayatımı o sırada başkalarının gözlerinin üzerimde olduğu fikriyle/hayaliyle yaşayabiliyordum. Yani bir bakıma her şeyi daha az biliyordum. 

Aile evinden ayrılıp üniversiteye başladığımdan beri zaman hiç olmadığı kadar hızlandı. Daha meşgul olunca daha hızlı yaşıyor, farkına varmayı unutuyor, bir an nefes alıp hissetmeyi atlıyorum diye düşünüyorum. Böylece artık değil tarihler; aylar, hatta yıllar ve mekanlar bile karışıyor, flulaşıyor. Bunun farkındayım ve yaşadıklarımı unutmaktan hayli rahatsızım; buna rağmen pek bir şey yapmıyorum. Hayatıma hakim olamamaya ve her şeyi (neredeyse her şeyi) unutmaya devam ediyorum. 

Şimdi bir oyun oynayalım mesela. Geçen sene bugün, bu saatlerde nerede olduğumu, ne yaptığımı, ne hissettiğimi hatırlıyor muyum? Adana'da olmam gerek, ev bakmak için İstanbul'a gelecektik ama 30'u sabahı mı yoksa 31'i sabahı mı geldik hiç hatırlamıyorum. Ne hissettiğimi aşağı yukarı hatırlıyorum ama uzun uzun yazmak istemedim şimdi, uykum gelmeye başladı. Toparlayacağım. 

Son iki aydır yaklaşık, Doktorlar izliyorum. Nasıl ve neden başladığım tam bir muamma, hiç hatırlamıyorum, üstelik yıllar falan da geçmedi üstünden. Altı üstü iki ay önce bir şey yapmaya başlamışım ve nedenini de nasılını da unutmuşum. Herhalde YouTube'da kısa video'lar izliyordum da sınav zamanı sıkıntıdan ve mutsuzluktan tanıdık bir şeyler aradım. (Her yoğun zamanımda bildik ve boş şeyler izlemek beni rahatlatır, sınav zamanlarımda zaten oldukça dolu şeyler okuyup yazıyor olurum, bir de üstüne uyumadan önce Oğuz Atay okumak veya Abbas Kiarostami izlemek istemem. Maalesef Türk dizilerine düşüyorum hep böyle anlarda.) Geçen yıl ve önceki birkaç yıl Poyraz Karayel'i böyle izliyordum güzel sahnelere doğru atlaya atlaya, bir ara Medcezir'e bile düştüm hatta. Neyse, sonra bu Doktorlar meselesi twitter'da Yasemin'in molped reklamını görmemle bildik bir dizi statüsünden çıkıp zamanın lineer akışını algılamamda bir araç haline geldi, zira dizinin şu sıralar izlediğim birinci sezonunun üstünden 12, o meşhur üçüncü sezon ve final zamanının üstündense 10 yıl geçmiş. Nasıl olabiliyor böyle bir şey?

Ben Doktorlar bittiğinde zaten 14 yaşındaydım, şimdi o yaşımın üzerinden de ayrıca 10 yıl geçmiş. Sanki 2014'te gibiyiz. 2009'la 2014 arasında çok uzun yıllar var, koca bir lise hayatı, büyümek olgunlaşmak filan var. 2019'sa ne bileyim, 2014'ten sonra gelen yıl gibi. Bu kadar mı bilinçsiz yaşadım ben o beş yılı ya, arada nasıl beş yıl olabilir? İşin kötüsü, diziye dair 2014 yılında hatırladığım hiçbir şeyi bugün hatırlamadığımı fark edip o beş yılın somutluğunu kavradım. Forumdaki mesajlarıma bakıp hafıza tazeleyeyim istedim, site kapanmış. Dizi-film forumundaki nick'imi hatırlamaya çalıştım, baya da uğraştım, sonra mesajlarımı kurcalayıp  hislendim. 2011 yılında örneğin, finalin üzerinden bin yıl geçmiş gibi davranıyormuşum ve haklıyım bile denebilir, iki yıl 16 yaşında heyecanlı bir ergen için, üstelik hayatını ölçekler ve çetelelerle yaşayan bir ergen için uzun bir zaman. O Nazlı bugünleri görse dehşete düşerdi yüksek ihtimalle.

Çok da uzatmayacağım. Yarın iş var ve son ders seçim dönemim olacak. Forumdaki on bin küsur mesajımın yok olmasına büyük içerledim, hatırlamadığım duygularım tamamen yok olmuş gibi geldi. Hem unutmuşum, hem de kaydım yok, canım sıkıldı. Dizi-film'e de koymuş bulunduğum 'Aşk Dediğin' adlı senaryonun bir kısmını okudum. Ben bile tamamına tahammül edemezken P okuyup bunları şu an wattpad'de yazıyor olsaydın kitabın şimdiye çıkmıştı, yaza da yapımcıyla anlaşmaya gidiyor olurduk dedi. Şaka bir yana, orta sona giden biri için hiç fena olmayan hikaye kurulumları ve cümleler/diyaloglar vesaire. Esas 2011 Eylül ayında yazdığım bölümü bulmayı ÇOK istiyorum. Umuyorum ki evdeki masaüstünde saklıdır yoksa uzun uğraşlar sonucu bulduğum Nalan'a siteyi geri açması için yalvarmak zorunda kalacağım. 

Hayat çok tuhaf valla. Dünyanın en ezik şeyleri de olsa hayatından hiç çıkmaz sandıklarını gün geliyor hatırlamamaya bile başlıyorsun. Ama duygular öyle güçlü şeyler ki, bir kez o şeyler aklına düştü mü aynı hisleri tekrar, aradan geçen on yıl değilmişçesine yaşamaya başlıyorsun. 2009 kışında sete giden site üyelerinin paylaştığı fotoğraflar dün gibi gözlerimin önünde. İnsan bunca saçma anıyı, bunca saçma duyguyu neresine sokar, nasıl olur da bütün yaşanmışlıklar arkasında kalmışken hayatına devam eder bilmiyorum. Sanırım birkaç gün daha ortaokuldaki Nazlı gibi sevdiğim insanlar beni izliyormuşçasına hareket etmeyi, konuşurken onların gözünden kendimi izlemeyi, heyecanla karışık mutlu olmayı sürdüreceğim. 

Bilmiyorum nereye kadar böyle gidecek günlük? Full estetikli suratıyla Yasemin'i -bu kez çocuklarıyla- bu kez İstiklal'de değil de belki Bebek'te, Akmerkez'de ya da Nişantaşı'nda görüp gidip iki kelime eder miyim dersin? Günlerden 28 Mayıs, yıllardan 2019 olur mu dersin? Ben hepsine koca bir hayır diyorum elbette çünkü 14 değil 24 yaşındayım, boş zamanlarımda Doktorlar izlesem de dolu zamanlarımda Nancy Fraser ve Jürgen Habermas okuyorum, hala günlük tutuyorum ve senaryolarımda artık daha gerçekçi karakterler barındırmaya çaba gösteriyorum. Anlayacağın ayaklarım daha bir yere basıyor ama işte 14 yaşındaki Nazlı'nın birtakım duygularını kafamdan silip atamıyorum. Bu yüzden nereye kadar böyle gidecek diye soruyorum. Nereye kadar gideceğiz seninle de böyle her şeyimi bilmeye devam edeceksin? 35'e, 40'a, 50'ye kadar yolu var gibi, bakalım.

Çok iyi geldi yazmak. Zamanı yavaşlatmak için elimden geleni yapacağım ama şimdi uyumalıyım. Saat 00.29, P edebi dilimin şahane olduğunu söylemiş. 2011'de karaladığım senaryonun tamamını bulayım da kendi kendimin yanaklarını sıkayım. 

İyi Geceler Günlük,
nazlıesen"